top of page
Yazarın fotoğrafıSema Özpekmezci

Sessizlik İnzivası Tokadı


5 günlük sessizlik inzivasından döndüm. Giderken Instagram'da yaptığım şu son paylaşımda ne kadar da safmışım. Kendimi zaten bir sürü şeyi çözmüş görüyormuşum. Canım Sema, başına geleceklerden bihaber, ''tüm duygularımı gördüm, elime aldım'' gibi beylik laflarla inzivaya giriş...Hazırsak geliyor Osmanlı tokadı..

1. gün - akşam yemeği itibari ile sessizlik başladı. Bu sadece konuşmamak değil. Konuşmamak, iletişim kurmamak, göz göze gelmemek, kitap okumamak, yazı yazmamak, müzik dinlememek...Sadece konuşmamak çok kolaymış ama kahramanımız bunu biraz geç idrak edecekti..

Eğitmenlerimiz Günter Hudasch ve Lot Heijke cep telefonlarını kapalı tutmamızı ve sadece sabah uyanma alarmı için kullanmamızı istedi. Telefonumu uçak moduna alıp akşam yemeği esnasında odama bıraktım. O 2 saat içinde 2 kez gidip, uçak modundan çıkartıp telefonumu kontrol ettiğimi farkettiğim an, bu 5 günün bu şekilde geçemeyeceğini anladım. Bu, içkiyi bırakmaya çalışan bir alkoliğin önüne bir şişe rakıyı koymak gibi..Telefonu kapadım ve ellerim titreyerek Günter'e teslim ettim. ''Ne dersem diyeyim bu telefonu bana Çarşamba günü öğlene kadar verme'' dedim ve işte o anda beni bir titreme, anksiyete aldı ama çok da dertlenmedim. Hala konuşuyorduk, sevdiğim arkadaşlarım yanımdaydı ama artık o son konuşmalarımız oluyordu. Sessizlik öncesi yapabileceğimiz tüm dedikoduları yapıp, dilimiz şişene kadar konuşma çabası içindeydik ve zilin çalması ile sessizlik başladı. Ilk günün akşam meditasyonundan sonra odalarımıza çekildik.

İşte o an olanlar olmaya başladı. ''Çok yorgunum ve zaten uyurum'' diyordum. Biraz balkona çıktım, oturdum falan ama bana bir şeyler olmaya başladı. Yalnızlık sağdan soldan bir yerlerden ufak ufak yanağımı okşuyordu. Yıldızlara bakıyorum, etrafı dinliyorum ama ı ıh, yok olmayacak. ''Bu gece böyle geçmez'' deyip yatağa gömüldüm. Gözümü kapıyorum, gördüğüm tek şey simsiyah bir yuvarlak, gökyüzü gibi. Orada bir yıldız mıyım diye görmeye çalışıyorum. Hayır o bile değilim, gözükmüyorum. Annesi tarafından terkedilmiş küçücük bir çocuğun ilk gecesi gibi. Korkmuyorum ama yapayalnızım. Hayatla ve yaşamla hiçbir bağlantım yok. Sağdan soldan yumruklar gelmeye devam başladı. Hiç uyuyamadığım, devamlı döndüğüm bir gece.

Telefonum olmadığı için arkadaşım İpek sabah 6'da kapımı çalacak. Öyle anlaştık ve kolumda yine bir başka arkadaşımın yanında fazladan getirdiği manuel, klasik bir saat var. Zamanı anlayabilmem için bana o saati verdiler. Elimdeki tek teknoloji.

Ipek kapıyı çalmadan ben uyanıktım zaten ve o sabah yataktan ağlayarak uyandım.

Ilk 24 saatin sonunda hissim şuydu. Diplerin en dibindeyim. Eğer burada delirirsem, kriz geçirirsem grupta 5 tane psikiyatrist ve 20 tane kadar psikolog var, bir de nörolog var. Onlar bana yardım eder dedim ve bu his ile biraz rahatladım.

Ilk günün geleni...Bu dünyada ben bir hiç'im..Bağlantım, iletişimim olmadığı sürece bir yapraktan farkım yok. En güçlü ülkenin başkanı da olsam, Apple'ın CEO'su da olsam, evrende bağlarımız yoksa koca bir hiçiz...Okyanusta bir damla gibi hissettim kendimi ve o günden sonra hayat benim için değişti. Artık orada egolar yok. Yaptıklarımız, başarılarımız, başarısızlıklarımız, var oluş amaçlarımız, hiçbiri ama hiçbiri yok.

Yalnızlığı çok sevdiğimi düşünürdüm ama ben hiçbir zaman gerçekten yalnız kalmamışım ki. O telefonlar elimizdeyken, kitaplar varken, yazabilme lüksü bile varken yalnız değiliz. Karşı balkondaki yaşlı teyzem var. Sokaktan geçen amca var. Yan şezlongta yatan biri var. Bunlar yalnızlık değilmiş ki. İşte şimdi yalnızdım ve bu hayattaki en büyük korkumla başbaşa kalmıştım.

İnzivaya geleceğim sabah da çok hüzünlü uyanmıştım. Kendimi yalnız hissediyordum. Ooohhoo o yalnızlık neymiş ki.. Şu anda ağa babası tam önümde oturuyordu. Hayatta yaptığım veya yapamadığım çoğu şeyin yalnızlık korkumdan kaynaklandığı bir tokat gibi yüzüme çarptı. Bu hayattaki en büyük korkum ve ben, bir odada sessizce beraber oturuyorduk ve ben onunla nasıl başa çıkabileceğimi hiç bilmiyordum.

1. günün sonu...Aslında bağların olmadan bir hiçsin. Okyanusta bir damla bile olmayabilirsin, çok da şeyetme yani..

2. gün - Bütün gün, hiç durmadan ağladım. Tüm meditasyonlarda, egzersizlerde ve inanılmaz bir uyku hali var. Bulduğum her 5 dk boşlukta bile uyuyorum. Belki de anı geçirebilmek için tepkisel bir durum da olabilir. Buna tam emin değilim ama uyumak iyi geliyor.

Güneşi sırtımda hissetmek, ağaçların içinde vakit geçirmek iyi ama aşırı yorgunluk, uyku ve saçma sapan yeme isteği beni öldürüyor. Zihnimin bana oyunları...ve o akşam Lot'un yaptığı bir konuşma ile rahatlıyorum. Gece meditasyonu öncesi aslında tüm arkadaşlarımın da benimle aynı hissettiğini, yalnızlık, uyku ve yemek durumlarının birebir aynı olduğunu eğitmenimiz tarafından duymak beni o kadar rahatlatıyor ki. Ohh bunu yaşayan tek ben değilim ve endişeye gerek yok. Hepimiz aynı şeyleri yaşıyoruz.

Üstüne bir de şefkat meditasyonu yapıyoruz ve orası bittiğim an oluyor. Gözyaşlarımı tutabilmek imkansız. Sevdiğimiz birine bazı dilekler gönderiyoruz. Ben seçtiğim o çok özel kişinin hep çok mutlu olmasını ve hep güvende olmasını diliyorum. Şimdi ikinci tokat geliyor...Bu dileklerin aynısını kendimize göndermemiz isteniyor ve yine booooommmm..Bir farkediyorum ki ben o güne kadar hiç kendim için dileklerde bulunmamışım. Hep sevdiklerimi düşünmüşüm ve kendimi onun yarısı kadar bile düşünmemişim. Güvende olma isteğimi kendime gönderdiğim an durmayan yaşlar katlanıyor da katlanıyor ama işte o gece bebekler gibi uyuyorum.

Bugünün alınan dersi..

İnsan kısmı bir misafirhane,

Her sabah yeni birisi gelir.

Bir sevinc, bir bunalım, bir zalimlik,

Aniden farkına varmak birşeyin,

Hepsi beklenmedik misafir.

Hepsini karşılayıp eyle!

Evini vahşetle süpürüp,

Bütün mobilyalarını boşaltan

Bir kederler kalabalığı bile gelse.

Her geleni alnının akıyla misafir et.

Olur ki yeni bir zevk getirmek için

Boşalttılar evini.

Karanlık düşünce, utanç ve garez,

Hepsini gülerek karşıla kapıda

Ve buyur et içeri.

Minnettar ol her gelene

Kim gelirse gelsin.

Çünkü bunların her birisi

Öte taraftan bir kılavuz

Olarak gönderildi.

Mevlana

Sahilde yaptığımız yürüyüş meditasyonları esnasında topladıklarım..Dünyayla kurabildiğim tek bağ..Şimdi evde benimleler..Biri ben, biri sevdiğim başka biri için...

3. gün - Kahvaltıdan sonra nehrin kenarına doğru indim ve aman Allahım, ne göreyim? Siyah bir köpek..Sevinçten delirecektim. Beni, hislerimi anlayacak bir canlı. Dokunabileceğim, bağ kurabileceğim, bu hayatta en sevdiğim canlı türünün aşırı şapşik bir üyesi bana kuyruk sallıyor. O sabah çok mutluydum. Dünkü hüzün gitmiş ve o gün çok iyi hissettiğim bir sabah olmuştu. Bir de o gün Günter'le görüşmem vardı. İnzivanın nasıl gittiğine dair bir konuşma yapacaktık ve onun o baba sıcaklığını hissetmek bana çok iyi gelmişti. Konuştum, ses tonum hala değişmemiş ve yerindeydi :)))

3. günün gecesi, akşam yemeğinden sonra, o odada vakit nasıl geçecek diye düşündüm ve kaçmayı planladım. Evet, telefonum yoktu ama arabam kapıdaydı. Anahtarı bendeydi, yakında market vardı. Arabaya atlayıp marketten bir şişe şarap alabilirdim. Onu içer, bayılırdım ve o gece geçerdi. Planımda çok ciddiydim ve akşam meditasyonundan sonra bunu yapacaktım.

Hocalarımız hep doğru zamanda ihtiyacımız olan konuşmaları yaptılar. O akşam, yemekten sonraki konuşmada, Günter şu anda içimizde koşma veya kaçma isteği olabileceğini ve bununla nasıl baş edebileceğimizi söyledi. Baaam, yine tam vaktinde gelmişti ve üstüne yine aynı şefkat meditasyonundan sonra, ben artık beynim neredeyse sisli ve hayal gibi kafa hissi ile odama gidip, bir süre daha meditasyona devam edip, özlediklerime gökyüzündeki yıldızlar aracılığı ile hislerimi gönderip, uyudum. Beni hissettiklerini biliyordum ve sonra da anladım ki, evet hissedilmişim..

4. gün - Insanların neden bir ibadethaneye gitme ihtiyacı duyduğunu o sabah anladım. 6:05'te uyandım ve yapmak istediğim tek şey, pratik yaptığımız salona gidip (bu arada orası 24 saat açıktı ve şimdi onun da nedenini çok iyi anladım) oturmaktı. Yine çok diplerde, yine çok ağlayarak uyandığım bir sabah. Bu seferki ağlama nedenim de şuydu. En büyük korkumu artık kucağıma almıştım ve her yerde benimle geziyordu. Yarın artık son gündü ve ben eve gittiğimde bu korku ile nasıl başa çıkacaktım? 6:20'de kapşonumu kafama takmış, üstüme battaniyeler atmış bir şekilde, hem hüngür hüngür ağlayarak, hem de meditasyon yaparak o sabahı geçirdim. 7'de diğer arkadaşlarım da geldiğinde biraz daha rahatlamıştım. Artık sondan bir önceki güne gelmiş olmanın rahatlığı ile de gün içinde daha kolay vakit geçirdim. Zihin artık devamlı ''eve'' gidiyordu. ''Yarın şunu yaparım, şu maili yazarım, sevdiklerime şunu anlatırım'' gibi ama devamlı ana ve olduğum yere dönmeye çalışıyordum.

Artık iletişim kurma isteği had safhaya ulaşmıştı. Oradaki tüm arkadaşlarım ile konuşmak istiyordum ve yine durmadan ağlıyordum.

Tüm arkadaşlarım ile sessiz ama çok güçlü bir bağ kurduk. Dışarda yürüdüğüm esnada bir arkadaşım bana bunları verdi, senin için topladım dedi...kekik ve lavanta. evet konuşamıyorduk ama artık minik minik vızıldanmalar başlamıştı :)) Zor, çok zor hiç konuşmamak...

veee 5. gün - Artık hepimizde bir heyecan..Eve dönme heyecanı var ama bir de paylaştığımız inanılmaz duygular, anlar. Bu grubun hepsi artık benim bir parçam..

Ama İpek..o apayrı. Hep yan yana oturduk. O ağlarken ona o kadar çok sarılmak istedim ki ama yapamıyordum. Ona içimden sevgilerimi ve kucaklama hissimi gönderiyordum. Ben de onun yanında, için için ağladıkça da, onun bana aynı şeyleri gönderdiğini hissediyordum ve inzivanın sonunda konuştuğumuzda, evet hep aynı şeyleri birbirimize göndermişiz, buna emin olduk. Sessizce dertleşmek, yüzüne bile bakmadan, dokunmadan birini hissetmek...Bu bağın karşılığı, açıklaması yok..

Eğer ben bu inzivayı yapmasam ve bu kadar içselleştirmesem iyi bir MBSR eğitmeni olamazmışım..Bunu da bugün çok iyi anlamış bulunuyorum.

Ilk inzivamdı ama son olmayacak...

Ben henüz söylemediğim daha güzel sözleri aramaya devam etmek üzere yola koyuldum. Evrendeki yerimi unutmadan, egolarımı yanıma oturtarak (çünkü aslında hepimiz hiçliğin bir kısmıyız), ufacık, mini minnacık bir parçası olduğum dünyaya daha faydalı olabilmek için buradaki yerimi doldurmaya devam edeceğim, son nefesime kadar...

Bu konuda yazacaklarım bitmedi ama yazı çok uzadı. İkiye bölerek, ikinci kısma biraz da inzivada tecrübe ettiğim beslenme kısmını da katarak devam edeceğim. Sanırım onu da akşama kadar yazmış olurum :)

Herkese sevgiler...

10.496 görüntüleme0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör
bottom of page